RAHMETLE GELEN TUFAN “BİR NEFES HAYAT”

Yıl 1971 aylardan Ağustos, o gün köyün üzerine hışım gibi dolu düştü…
Ağustos ayı, ekinlerin hasat dönemidir. Tırpan veya orakla biçilen ekinler, bir taraftan kağnı arabalarıyla harman yerine taşınırken, diğer taraftan bir çift öküzün çektiği döven ile parçalandıktan sonra, kollu makinenin marifetiyle, buğday sapından, samanından ayrıt edilirdi.
Zamanla yarışırcasına gecesini, gündüze katarak hasat dönemi yoğun bir işgücü gerektiriyordu. Bir an önce bitmiş olmalı ki, peşi sıra pancar sökümüne başlanacaktır.
Henüz teknoloji harikası, modern makineler yoktu. Bütün kademeleri; tekleme, çapa ve söküm işleri insan gücüne dayalı sarfedilen emekle yapılıyordu.
Sonbahar soğukları başlamadan söküm işi bitirilmeliydi. Çünkü geceden toprağa düşen kırağı toprağın buzlanmasına sebep olduğu gibi, pancarın yaprakları da buz tutardı. Sökümü, toplanması, yapraklarından temizlenmesi insanın elleri, ayakları adeta bir bıçak misali soğuktan kesiliyor hissi veriyordu… Parmaklarımızı ısıtmak için ya avuçlarımıza hohlayarak veya koltuklarımızın altına sıkıştırarak ısıtmaya çalışıyorduk.
Bu dondurucu soğuklara kalmamak için, işlerin zamanında yapılıp bitirilmesi elzemdi. Hatta mevsimin ilk karı pancarların üzerine yağdığı oluyordu.
Dedem Yusuf Ağa’ nın pancarı genellikle mevsimin ilk karını görüyordu. Dedemin kar yağmadan pancarını toplamasını en çok dilediğiniz dileklerde biriydi…
O gün, Şengül dağı koyu sis altında kaybolmuştu, kara bulutlar ortalığı karartmış, bir tufan görüntüsü yayılmıştı.
İlk tehlike çanları; ( duzo boveren ) karşı düzlük olarak isimlendirilen mevkiide pancarlar ekilmişti, dolunun vurduğu pancar yapraklarının çıkardığı şapırtı sesini köyden duyduğumuzda fark ettik… Kısa bir süre sonra köyü de etkisi altına alan dolu, çatıları zıngırdatıyor, köyü sular, seller götürüyordu.
Rahmet yerini korku ve endişeye bırakmıştı.
Evleri sel bastı, yıktı, önüne kattığı küçük, büyükbaş onlarca hayvanı telef etti…. Harmanlar, biçilmiş, biçilmemiş ekinleri önüne katarak KM lerce sürükledi.
Rahmetle gelen tufan, verdiği zararla bir çok insanımızın belini büktü.
Kısa bir süre sonra, yağış birden durdu. Güneş yüzünü gösterdi… Dünyanın bütün renklerini içinde toplayan gökkuşağı, gerilmiş çember gibi sema ya yükselmişti. Hemen ulaşacağın bir mesafede görünmesine rağmen bir türlü de ulaşılamıyor!..
Bir taraftan doğal felaketin sonuçları itibariyle bir yıllık emek ziyan olurken, diğer taraftan güneş ışıklarının parlamasıyla yırtılan sis bulutları arasından yüzünü gösteren dağlar, diğer taraftan biri birini kovalarcasına akıp giden bulutlar, bir taraftan da ortalığı sarmalayan toprak kokusu, sebep olduğu zararın mahçubiyeti ile ruhumuzu okşuyordu.
” Zaman her şeyin ilacıdır ” denir ya, zamanla bu da benleğimizde bir anı olarak yerini aldı…

Hazırlayan ve Paylaşan: İsmail Taş

Scroll to Top