İmece kavramını Yazar M. Başaran şöyle tanımlamaktadır; ” imece sözcüğü, doğma büyüme köylüdür. Dağ başında, bozkırlarda bin türlü yaşam zorluğu karşısında bir başına bırakılmış halk yaratmıştır onu. Buram buram insan kokar, memleket kokar… Yardım yaka iş bitirme anlamına gelir. Sosyal dayanışmanın köklü, geleneksel biçimidir. “
İmece sonucu, bizim köyde alınan ilk netice, 1959 da köylülerimiz ile devlet işbirliği yapılan İlkokul’ dur.
1923 de ilan edilen Cumhuriyet, bizim köye 1959 yılında uğramıştır…
Köyümüz de imece alanlarından biri de ” ark ” dediğimiz sulama kanalıdır.
Her kış mevsiminde, doğa şartları nedeniyle yer yer meydana gelen göçük, kayma ve doluluk dan dolayı yaz başlamadan, arazi sulamak için ark temizlenir.
Adına ” Arslan Ağa Arkı” dediğimiz bu sulama kanalı, köyün kuruluşuyla eş zamanlıdır.
Arslan Ağa’ nın kendisi mi yapmış, yapanlar tarafından mı bu isim verilmiş orası muamma… Çünkü aynı isimle Erzincan / Çağlayan Köyünde de sulama arkı mevcuttur.
Çocukluk yıllarım da bir sene; köylülerimiz imece usulü ark çıkarmaya gitmişlerdi ( öyle tabir ediliyor ), babam da gitmişti.
Öğlen yemeği için annem ” ronen ” yağlı ekmek ve ayran hazırlamıştı, babama götüreceğim. Sıkı sıkı da beni tembih etti; ark boyunca denk gelenler, ne yemeğidir ? diye soran olursa, ayran – ekmek dersin dedi… Aldım yemek kabı nı çıktım yola… Acaba !.. Ark boyunca hangi mevkide? Kısa yoldan gideceğim, ya! beri de ise … İyisi mi, eşeksırtı mevkiinden başlayarak arkı takip ederek gidiyorum…
Pırıl pırıl bir güneş, masmavi bir gökyüzü, içime çektikçe ferahlık veren bir esinti… Geçtiğim yerler boyunca renga renk çiçekler, etrafa kokularını dağıtan küçük küçük yaşamlar, o mis kokulu rehasıyla bir kısmının adını bilmediğim boy boy otlar; hepsinde ayrı bir güzellik, hepsinde ayrı çekicilik vardı… Her gördüğüm ile ilgileniyordum. Bu da zaman kaybına sebep oluyordu. Ne zamanı ?.. Benim için zaman durmuştu adeta.
İnsan doğduğu, büyüdüğü toprağın kokusuyla, havasıyla var oluyor.
Memleketimiz, insanımızın harman olduğu yerdir. Acısıyla, sevinciyle, umuduyla, yokluğu, yoksulluğu ile…
Tek tük ağaçlar gördüm. Bir tarafında içi geçmiş yaşlılık, bir tarafında yeni filizlenmiş çiçeği burnunda gençlik… Sanki meydan okuyorlar kurak yazlara, kara kışlara, sert esen rüzgarlara.
” Vala kole ” denilen yere geldim. Aklımca yorum yapıyorum, bu isim ne alaka !.. Bir anlam veremeden geçtim,
” kemer a pehlivan ” Pehlivan taşına geldim. Kocaman bir taş. Üstüne oturdum.
Cere Bulmisi de kemera
pelivan
Kemere gureta lesa x
biyo gran
Pelivan tır u kasura vejiyo
Hata kemere veta, biyo
ceme sani
(B.Arslan)
Rivayet odur ya, ” ” “pehlivanın biri o kocaman taş kütlesini, aşağı dereden yukarıya çıkarmış…” vay be !.. Pehlivan dediğin; iri yarı, cüsseli, güçlü kuvvetli, pala bıyıklı biri olmalıdır. Pehlivan dedinmiydi biraz duracaksın!.. Bende baya durmuşum. Aşağı handere ye indim. Şarıl şarıl akan su sesi insana huzur veriyor. Yol boyunca topladığım papatyaları, çiçekleri bir bir suya bırakarak, suyun üzerinde adeta dansedercesine uzaklaşmalarını izledikten sonra karşıya geçtim. Nihayet aralıklarla çalışan insanlarla karşılaştım. Her karşılaştığım yemeği soruyordu… Annem beni tembihlemiş ya, ” ayran – ekmek ” diyorum, herkes burun kıvırıyordu.
Babama kavuştuğum da günbatımı da yaklaşmıştı…
Çalışanlar paydooos… dedi, hep birlikte köye döndük.
Hazırlayan ve Paylaşan: İsmail Taş