HAYAT BİR UÇURUMDAN İBARETTİR!..

Unutulmuş yoksul bir “Taşra” diyarı olan Bulmuş / Palanga da dünyaya geldiler.
Yoksul, unutulmuş oldukları halde güzel olan şeylerde vardı… O güzel şeylerin tutkunları, onlara tutkun oldukları için mutluydular!
“Coğrafya ortak kaderleriydi” düşleri, duyguları, geleceğe dair beklentileri arasında hep bir benzerlik vardı. Acı aynı acı, doğa aynı doğa… Erkek egemen bir toplum. Baba… Oğul… Erk… Kural, örf, adet, yaşanılanlar, bu hayatın sorumlusu çoğunlukla bunlar… Tarih boyunca şükürler toprağı oldu, oralarda doğaya dair ne varsa hepsi kutsanmaktaydı. Yokluk ve yoksulluğa karşı amansız bir direniş içindeydiler.
Kış geldi, kar yağdı
Kadınlar, yıkamakla, paklamakla, pişirmekle uğraştılar.
Erkekler, kar küremek, altmış altı, altıkol oynadılar.
Baharın gelişiyle birlikte doğa ota, çiçeğe bezendi, her yer yeşillendi. Yemlik, madımak… Gevenler çiçeklendi, doğa tüm renkleri ve lezzetleriyle hayat verdi.
Yaz geldi, oraklar biçildi, tırpanlar dövüldü, hasatlar yapıldı, düvenler dönüldü, harmanlar savruldu, buğdaylar kalburlandı, bulgurlar kaynatıldı.
Köylük yerde tek geçim kaynağı rençberlikti. Rençbetlikle uğraşanların varı yoğu bir çift öküzüydü. Bahar yüzünü göstermeye başlayınca; öküzler koşulup “Ho” dediler miydi… Mevsimin ilk karı yere düşene dek dur, durak bilmediler.
Kışın ayazın soğuk yüzü, yazın güneşin sıcak yüzü yaktı!
Ay ayı, mevsim mevsimi kovaladı. Yıllar geçti. Yıl yılı arattı. Bir ay yüzleri güldü ise onbir ay kederliydi.
Doğanlarla sevindiler, ölenlerle üzüldüler. Doğanları yıkayıp, sarıp beşiğe koydular. Ölenleri yıkayıp, sarıp toprağa koydular.
Almanya diye bir ecnebi memleket… İnsanların ellerine, yüzlerine bakarak “karpuz seçer gibi” seçip seçip aldılar.
Gidenler ağlayarak yollandı. Gözyaşları sel oldu. Hasretlik yürek kavurdu.
Onlar; Ali, Hasan, Mehmet… top yekûn Almancı olmuştu adları.
Herkes kendi anlayışına göre, hayatına bir düzen verebilmek için, önünü ardını düşünmeden bir hayat kavgasına daldı…
İnsan ne zaman ardına dönüp baksa, uzallaştığını sandığı o uçurumun kenarındadır hep. Kendi elleri arasından bir şeylerin kayıp gittiğini görür. Kendi içini gözleyecek, kendi dışında sonsuz ve yorucu ama mutluluğun da zaman zaman yer aldığını bilerek, bitmez bir kovalamacanın içindeydiler.
Hayat bileşenlerinin sarmalı içinde, kendini kuşatılmış bulsa da, özgürlük duygusu ile bu bileşenler arasında sıkışıp kalsa da o dipsiz karanlık bazen de insanın içinde umut uyandıran uçurum ile yüzleştirir…
Suların üstünde bir tahta parçası gibi sürüklendiler yaşamları boyunca.
Ağlayarak gönderilenler, ağlayarak karşılanır oldular… Bu ölüm sessizliğinde bütün köy halkı seferber oldu. Daha çok yaşlılar insiyatifi ele aldılar. Onlar daha hızlı kabulleniyor olan biteni.
Ölümlü dünya diyorlar. Hepimizin başında diyorlar. Allah’ ın emri, Allah’ tan gelen başımız gözümüz üstüne diyorlar. Bu ölüm lafını da önce onlar kabullenip, dillendiriyorlar.
Allah rahmet etsin diyorlar. Hz. Fatma Anamızın şefastinden mahrum bırakmasın diyorlar. Ehli Beyt, 12 İmamlara, Kerbela Şehitlerine komşu etsin diyorlar.
Cenaze Erkanı yapılır
Burada kadınlar ayrıcalıklı, istediği gibi ağlıyorlar. Kimisi öyle ağlıyor ki feryatlar, ağıtlar ateş olup yakıyor insanı.
Cenaze defin edilir… Mezara toprak atılır… Her kürekte biraz daha kayboluyor kefenin beyazlığı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla, özlemleriyle, bütün yaşanmışlıklarıyla… O toprağa… “Topraktan geldik, toprağa dönerek” kainatın bir parçası olan doğal döngüsünü tamamlayarak…
Nice insanlarımızın sırtını dayayıp, gölgesinde dinlendikleri Hakk’a yürüyen tüm canlarımıza Allah’ tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum.

Hazırlayan ve Paylaşan: İsmail Taş

Scroll to Top