Anadolu ve Mezopotamya Toprakları, dinlerin olduğu kadar farklı inanç ve kültürlerinde beşiğidir.
Kadim halklarıyla simgelenmiş bir coğrafyadır ve nice dinlere dillere yaşam alanı olmuş, kültürlerin uygarlıkların toplumların doğduğu geliştiği ve harmanladığı yerlerin başında gelir, Mezopotamya ve anadolu coğrafyası. İnsanlığın ve toplumların gelişmesine hayat veren bereketli topraklara sahiptir.
Sayısız soy, kabile, kavim, aşiret, topluluk, hanedanlık vs bu topraklarda var olmuştur. Bunca uygarlığın gelip geçtiği bu topraklar birer kültür ve felsefe hazinesidir.
Aynı zamanda nice savaşların ve bu savaşlarda bir çok kavim ve inançların yok olduğu ve birbirine dönüştüğü coğrafyadır.
Haliyle bu coğrafyada, birbirlerine üstünlük sağlamak için, yapılan şavaşların yanında, farklı inanç, fikir ve kültürlerin iç içe geçmeside kaçınılmaz olmuştur. Çünkü, her tarihi dönemde hiç bir fikir akımı ve toplumsal yaşam tarzı, kendisinden önce varolan toplumsal yaşam ve fikir akımlarını 100 % yadsıyarak sıfırdan başlayamaz, çünkü gelecek tarih, kendisinden önce var olan toplumsal yapıdan bağımsız oluşmaz mutlaka var olan bazı olumsuzluklar objektif zeminde beraber gelsede, esasta var olan değerli ve yeni şeyleri kendi bünyesinde yaşatır ve eskiye oranla, kendine özgün üretim (insan) ilişkilerini oluşturur.
Toplumsal bir gerçeklik olan dinler arasında ilişkiler ve aktarımlarda böyledir.
Çok tanrılı dinlerde yaşanan maddi ve manevi kültürlerden-insanlar arasındaki ilişkilerden ortaya çıkan yaşanmışlık tek tanrılı dinlere geçişde böyle olmuştur.
Ortaçağ Egemenlerin ideolojisi olan, Dinlerin belirleyici olduğu tüm tarihilerin bize getirdiği biricik gerçek dinin otoriter kaynağına ve hakim olmasıyla inanç ve vicdan özgürlüğü insan hakları ihlallerinin yaşandığı ve bilimsel olan ne varsa yok edildiği Tarihsel bir gerçektir.
İnsanoğlu sayısız tanrılar yaratıp yok etmişse de yinede kendi yaratıkları Tanrı’lardan vazgeçmemiş ve sayısız bir çok doğa olayı çözemediği için kendisi tarafından yaratılan ve görünmeyen bir güç olan Tanrı tarafından yapıldığına inanmış ve halen günümüz modern ve bilim dünyasında, ”özelikle islam coğrafyasında“ olan budur.
Orta doğu kökenli olan tek tanrılı Dinlerin yayılması ya da halk topluluklarının herhangi bir dinin kabullenmesi öyle söylendiği gibi barışçıl yada gönüllü olmamıştır.
Yapılan savaşlar, fetihlerin ve yaşanan katliamlar sonucu bir çok halk topluluğu istemeyerek olsada kendisine dayatılan dini-dinleri almak zorunda kalmıştır.
Sınıfların ortaya çıkmasıyla beraber hayatın her alanında, Ezen’le ezilen arasında yaşanan mücadelede dinlerin ve Dinlerin somutunda ortaya çıkan mezhepsel toplulukların sınıfsal ayrışmadan ayrı olarak ele almak doğru değil şu veya bu şekilde sınıfsal düşünceleri vardır. Bundan dolayı dinleri ele alırken bir bütünsellik içinde ele almak gerekir.
Sosyal, Siyasal, Felsefi, Kültürel ve dinsel boyutuyla el almak lazım. Bir dinin yada dini inancın millet-ulus (ırksal) kavramıyla alakası yoktur. Bir dini inanca mensup farklı millet yada uluslardan insanlar olabilir ve onu kendine inanç olarak alabilir. Çünkü Din-Dinler, farklı ulus-milletlerden insanların ortak ibadetleri ve ruhi şekillenmesidir, (inancıdır) Haliyle bu Coğrafyada farklı ulus ve milletler (milliyetler) olmasına ve farklı dilleri konuşmalarına rağmen bir dinde-İnançta ortaklaşabiliyorlar.
Yani dinsel inanç aynı zamanda insanın yaşamında içselleşen ahlaki ve maneviyatıdırda.
Diğer yandan bir insanın hangi ulusa (millete) ait olduğunu belirleyen önemli kriterlerden biride konuştuğu ana dildir, inandığı dini inanç değildir.
Yaşadığımı topraklarda Kürt, Türk, Ermeni, Çerkez, Arap, Fars (İranlı) vb, farklı dilleri konuşmalarına rağmen bir dini İnançta (Alevi, Sunni, Şii, Şafi, Ortodoks vb) yakınlaşma-ortaklaşma olabiliniyor. Keza aynı dili konuşan bir millete mensup insanların farklı Din ve mezhepden olması mümkün. Haliyle ulus/millet kavramıyla din-dinsel kavramlarını birbirine karıştırmamak lazım.
Bütün din ve inanç biçimlerini, insanın maddi yaşamından ayrı ele almak doğru değildir.
Çünkü tek tanrılı dinler olan Yahudilik, Hırıstıyanlık ve Müslümanlık bunlarla beraber, irili ufaklı bazı dar ve küçük dini inançlar bu topraklarda insanlar arasında yaşanan maddi, manevi üretim ilişkileri ve kültürel ilişkilerden ortaya çıkmıştır.
Ancak YAHUDİLİK, Hiritiyanlık ve Müslümanlık gibi başka halkların dini olmaktan ziyade dar ve yanlız yahudi ulusun dini olmakla sınırlı kalmış.
Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık her ne kadar farklı dinler olmalarına rağmen,pek çok şeyi bir birinden alarak iç içe geçerek evrenselleşmişlerdir.
Tevrat’a, İncil´e, Kuran’a baktığımızda bir çok şeyin anlatımı-yazılımı farklı şekilde olsada aynı kapıya çıktığını görürüz.
Doğaldırki gerek ekonomik olarak coğrafi göçler,gereksede yaşanan şavaşlar yüzünden bir çok halk topluluğu köklerinden koparak başka coğrafik bölgelere göç etmiş,ya orda yaşayan halktan olmuştur,yada onları kendine benzetmiştir. Mezopotamya ve Anadolu’da var olan ve sonradan gelen halk topluluklardan.
Kürt, Türk, Türkmen, Arap, Acem, Ermeni, Rum, vb. gibi farklı (Halk topluluklardan) Millet ve milliyetlerden olan Alevi (önceleri kızılbaş ve Bektaşi) toplumu da 1000 yıla aşkın yaşadığı bu coğrafyalarda yaşayan değişik halkların yaşam pratikleriyle yoğrularak Zulmün baskıların katliamları her türlü insanlık dışı ve asimilasyonlara karşı direnerek esasta inançsal yolundan özünde hiçbir şey kaybetmeden, inanç önderlerin ve halk ozanların Telli kuranıyla (Saz-Söz-şiir-deyişleriyle) günümüze kadar gelmiştir.
Alevilik Şundan ya da bundan oluştu demenin ötesi tarihsel süreçlerden farklı inanç ve kültürlerden insana yaraşır insanları Yücel’ten değerleri kendi bünyesinde oluşturmasıdır.
Alevilik gerek orta Asya’dan aldığı Cem töreni, dedelik ,babailik-gereksede Anadolu ve Mezopotamya’da aldığı Tanrı-insan ve evren(Zerdüştçülük vb) algıları olmak üzere yolun üzerinde bulunan ve “1. lokmayı alırız, 1000´e böleriz”, düşüncesiyle yaşamlarına uygun bir çok inanç ve kültürleri olarak biçimlenmiştir.
Çünkü, Alevilik tekdüze bir inanç kültür ya da felsefe ne dersek diyelim değildir, her şeyden öte bir çiçek bahçesidir her güzel çiçeğin bahçesinde yaşatan ve hiç bir kimseyi dilinden, renginden ırkından, inancında dolayı yargılamayan zehirli Çirkin ne varsa içinde barındırmayan büyük bir çiçek bahçesidir.
Alevilik denildiğinde anlaşılması gereken bütün ilişkiler ve çelişkileriyle insandır,insanlıktır. Yani insan insanın hızırıdır.
Denildiği gibi, iyiliği yada kötülüğü başka yerde arama,insanın kalbinde ara orda bulursun. (Ezici inancındada (Zerdüştçülük)var)
Çünkü bir insanın-toplumun ideolojik yansıması olan sıyasi politik ve kültürel kişiliği
onun doğaya -topluma bakışı ve yargılamasıdır aynı zamanda.
Alevilikte Hıristiyanlığı Yahudiliği Müslümanlığı Ezidiliği Şamanizm’in hint kültürünü Budizmi kısacası insanlığı yaraşır ve insanlığı yücelten ne varsa onu bulursun.
Aslında Alevi-kızılbaş toplumun yaşam pratiğine bakıldığında,bu inançlarda bir parça bulmak mümkündür.
Günümüzde Alevilik üzerine yazan-araştıran yazarların büyük bir çoğunluğu her şeyden önce Aleviliği bir toplumsal sorun olarak yani ekonomik Siyasal sosyal kültürel felsefeyi dinsel ve benzeri bir toplumu toplum yapan büyün öğeleriyle ele almaktan ziyade,aleviliği toplumsal yaşamdan soyut dini ve inanç boyutla ele alıyorlar.
Öylese nedir Alevilik?
Alevilik tek başına Hz. Ali’yi sevmek, Kerbela acısını yaşamakmı?
Alevilik tek başına dinmidir? Yoksa…???
Alevilik üzerine kim ne dedi ? 2. Bölümde
Hazırlayan, Paylaşan ve Yazan: Mustafa Arslan