HAKK MI ALLAH MI?

Aleviler neden Allah demezler de Hakk derler?
Atalarımız neden “Ya Hakk, ya Hızır!” diye çağırırlar?
Önce bir düşünelim; Alevilerdeki Hakk ne anlama gelir?

Ne demiştik; başlangıçta insanlık sırrına vakıf olamadığı doğaya tapınma yolunu seçmişti. Hayatlarını güçleştirip kolaylaştıran doğa olaylarının içindeki kozmik güçlerin Tanrı olduğunu düşünürdü. Dağ Tanrısı, su Tanrısı, Yer Tanrısı, Gök Tanrısı, Ateş Tanrısı, Şimşek Tanrısı, Güneş Tanrısı, Ay tanrıçası vs…
Binlerce tanrı…
İnsanlar kainatı görev bölüşümü yapan tanrıların idare ettiğine inanırlardı. Onlarla konuşma, onları memnun etme, kurban kesme bu döneme özgüdür.
Sonra insanlık, Avcı-Toplayıcı dönemden Tarım Toplumuna (Neolik döneme) geçti. Böylece ihtiyaç fazlası yiyeceklerini stok etmeyi öğrendi. Biz buna artı değer diyoruz.
Sonra Avcılıkta ısrar eden (silahlara hükmeden) en güçlü kabile diğerlerinden artı değer talep etmeye başladı. Böylece şefler, devletler, sınıflar ve krallar oluştu.
Zamanla krallar diğer kabilelerin çoklu tanrılarını reddederek gökyüzünde her şeyi yaratan eril bir Tanrı’dan söz etmeye başladılar. Çok tanrılı dönem ve kadının toplumdaki başat rolü sona ermişti ama eski komünal yaşamın etkisi hala sürüyordu. Kralların ordularına, onların gökyüzündeki tanrılarına karşı isyan ölesiye devam ediyordu. Hala da sürüyor.
O günün çok tanrıcı eşitlikçi yapısında diretmek, aslında köleliğe, erkeğin egemenliğine, uç noktadaki sömürüye direnmekti. Can, mal, hak hukuk, eşitlik arayışı içinde olmaktı. Özlem duydukları eski ütopyalarını tekrar diriltmeye çalışmaktı. Köleci yapıya, kralların yalan-soyut dinine baş kaldırmak demekti. Gerçeğin, birlikte üretip birlikte tüketmenin, alışılagelmişin tekrar hayat bulması için çabalamaktı. Uzak Doğu’dan ABD’ye dek uzanan, Antik, İlk, Orta ve Yakın Çağın çatışmaların temelindeki ana neden buydu.
Başta Alevilik olmak üzere Mezopotamya, Ortadoğu ve Anadolu’da, Semavi dinlere baş kaldıran bütün inançlar bu nedenden ayaklandılar.
Alevilik; “Hakk-Gerçek” şeklinde ifade bulan, binlerce yıldır yürürlükte olan, doğanın nimetlerinin paylaşımına dayanan örgütsel modelin pir huzuruna taşınmasıydı aslında. Can olmaktı, ikrar vermekti, dolu almaktı, semah dönmekti…
Bedreddin şöyle der:
“Ay ve güneş herkesin lambasıdır, hava herkesin havasıdır, su herkesin suyudur. Ekmek neden herkesin olmasın?”
“Tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Demek ki dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır…”
“Kötü ve çirkin işlerle uğraşanlar Hak’tan uzaklaşmışlardır. Cehennem işte budur. Cennetle cehennemi başka yerde aramak saçmalıktır…”
“İnsanlar eylemleriyle, fikir ve düşünceleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda Hakk’a kavuşurlar…”
Bedrettin göre Hakk; tanrılara ait suyun, ışığın, havanın, toprağın, hayvan ve bitkilerin herkesin malı olduğu o eski kadim düzen demekti. Sınıflaşmanın doğal sonucu olarak sultanlara (krallara) ve dinlere karşı direnişe geçen atalarımız zamanla iş bölümü yapan tanrılarının hepsine bir de “Hakk” demeye başladılar. Hakk, İskenderiye ekolü ile Helenistik düşüncenin Alevilikteki yansımasıdır aslında. Evreni oluşturan doğa güçlerinin yek bir kalıba dönüşmesidir Hakk. Aleviler “Gerçeğe Hü!” dediklerinde bozulmamış, sulanmamış kadim bir doğruluğa (eşitliğe) işaret ederler. “Ocak, Pir, Talip” ekseninde, “Birimiz Hepimiz, hepimiz birimiz” le sonlanan, Kırklara ve öncesine uzanan sosyal bir örgütlülüğü kastederler. Başka bir deyişle tanrılarla aktivelerinin toplamından oluşan evrenin kendisidir Hakk. İnsanla diğer varlıkların yekpareliğine olanak sunan ahenktir Hakk. Nesnel gerçekliktir. Somut ve erişilebilendir. Çünkü Alevilere göre gerçek yaratıcı Evrendir.
Ayrıca canlılardaki dört elementin evrende (Hakk’ta) mevcut olduğudur. Akla, Bilime, Vicdana bundan gayrisini de yakıştırmazlar. Onlara göre insan; özünde dört elementi barındıran Hakk’ın konuşan yüzüdür. Her ne kadar Alevilik insanı yüceltiyorsa da, insanın ölmeden önce ölenine, insanın Hakk ve Hakikat’le buluşanına Hakk gözüyle bakar. Onlara göre Hakka etişmenin yolu bilim ve erdemliliği bir potada eritmektir. Hakk’ın insanda tecelli etmesini sağlamaktır.
Einstein ömrünün sonlarına doğru şöyle demişti; “Tanrı’nın düşünce sistematiğini çözmeye çalışıyorum.”
Biz şöyle okuyalım bunu; Evrenin (Hakk’ın) sırlarını ve işleyişini çözmeye çalışıyorum.
“Hakk ne yerde ne göktedir; Hakk insandadır.” Başka bir deyişle vicdanımızda ve beynimizdedir. Vicdan, eşitliği-adaleti ve kemaleti, beyin ise ışığı, bilimi ve geleceği temsil eder.
İnsan doğanın sırlarını çözdükçe, ölümü yendikçe, hayatı kolay ve anlaşılır kıldıkça, Hakkla arasındaki açığı kapatır. Başka bir deyişle “Enel Hakk!” demesine ramak kalır.
Başta ebeveynlerimiz olmak üzere çevremizdeki insanlardan sıklıkla duyduğumuz bu sözler boşuna söylenmemiştir. Müslüman birine, “Hakk İnsandadır,” deyin de görün bakalım. Alacağınız cevap Arap’ın Allah’ıyla farkımızı net bir şekilde ortaya koyacaktır.
Aleviliğe göre insan ölmez Hakk olur. İnsan Hakk’a olan yürüyüşünü ilkin bu dünyada, sonra da elementlerine ayrışarak tamamlar. Başka canlılara hayat sunarak da “Devri Daima” ulaşır.
“Varlığın Birliği”, evrimleşen evrenin Hakka (insana) dönüşmesidir aslında. Özetlersek, Alevilerdeki Hakk, evrendir, doğadır, insandır, haktır, hukuktur. Evren+insan+ maddenin içindeki sırdır, enerjidir. Fiziktir, kimyadır… Doğadaki nimetlerin paylaşımıdır; o paylaşımcı sistemin adıdır. Hakk+Hakikat+Rızalık Şehridir. Bu uğurda harcanan emektir, cefadır.
Velhasılakelam, Arap’ın Allah’ıyla en küçük bir ilgimiz yoktur.
Aşk ile…

08.12.2019
Ali Rıza Aksın

Scroll to Top